HADİS DERSLERİ
  Prof Dr Ahmet KELEŞ-------- Türkiyede cemaat dindarlığının oluşumunda hadislerin rolü
 


http://ahmet-keles.com/


 TÜRKİYE'DE CEMAAT DİNDARLIĞININ OLUŞUMUNDA HADİSLERİN ROLÜ
 Prof.Dr.Ahmet Keleş
Halk üzerindeki etkinliğini de işte bu mantıktan alan cemaatler, varoluşlarını, tarihte tamamen siyasi nedenlerle ortaya çıkmış olan rivayetlere dayandırdıkları için, kanaatimizce, çağın taleplerine cevap veren bir dindarlığı ortaya koyamamıştır. Çünkü kendilerini sürekli bağımlı hissettikleri rivayetler, yaşadıkları tarihin gerçekleriyle yüzleşmelerine mani olmaktadır.
22/12/2009 / 16:44
.Giriş
 “Türkiye dindarlığı” kavramı, dindarlık sözcüğünün anlam alanı belirlemek açından, kültürel bir çevreyi ifade ettiği halde, zaman/tarih yönüyle bir işaret taşımamaktadır. Bu nedenle, öncelikle üzerinde duracağımız ‘dindarlık’1 olgusunun, Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluşundan itibaren girilen tarihî süreçle sınırlı tutulduğunu belirtmeyiz. 
 Müslüman olmaları bin yılın üzerinde olan Türkler,2 başta olmak üzere, Doğu Avrupa’nın (Balkanlar) İslamlaşmasında da önemli roller üstlenmişler;3 bu nedenle, bir yönden Doğu Müslümanlığının etkisi altına girerken, İslam’ı Batı’ya taşıma sürecinde, Batı kültüründen de büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Doğu ile Batı arasındaki bu köprü görevinin tabii bir sonucu olarak, kültürel etkilenime en çok maruz kalan Müslüman toplumların başında geldiği söylenilebilir.4 Bu özelliği nedeniyle ‘Türkiye dindarlığı/Müslümanlığı’ daha kapsamlı araştırmaların konusu olmak durumundadır.
Hemen belirtmeliyiz ki, ‘ Türkiye dindarlığı’ kavramı homojen bir dindarlığı ifade ermez; aksine, belirli bir zamanda tezahür etmiş ve hâlâ sürmekte olan hetorojen bir yapıyı kapsar. Dindarlık ve dini inanç/zihniyet birbirlerinden asla ayrılmayan (lâzım’ı gayr-ı müfarık) undurlar olduğu için dindarlıktan bahsedilen hemen her yerde, öncelikli bu dindarlık tezahürüne neden olan bir zihniyet/inançtan söz etmek durumundayız. Göz ardı edilemez bu ilişki nedeniyle, Türkiye’deki hetorojen dindarlığın arka planındaki zihniyeti oluşturan kaynakların üzerinde özenle durulması gerekmektedir. Bu kaynakların en başta gelenlerinden biri de hadis edebiyatıdır. Hadisler, bugün olduğu gibi, İslam tarihi boyunca da dini söylemlerin oluşmasında çok büyük etkiye sahip olagelmiştir.5 Özellikle apokaliptik6 hadis edebiyatı, dinî söylemlerin yanı sıra, yapay/kurgusal bir tarihin anlayışının oluş(turul)masına da büyük katkıda bulunmaktadır.7 Müslümanların erken bir dönemde gerçek tarihten koparak tarih dışı kalmış alanlarında bu edebiyatın katkısını teslim etmek durumundayız. Aşağıda bugünden bağımsız olarak, sürekli geleceğe ait beklentiler üzerine düşünmek ve hareket etmektir.8 Aynı zihniyet, büyük ölçüde çağdaş dini söylemlerde de bir gelenek olarak varlığını devam ettirmektedir.
1.1 Türkiye Dindarlığının Tarihsel Arka Planı
Osmanlı döneminde başlayan yenilenme hareketleri ve özellikle Tanzimat süreci, Müslüman Türklerin tarihinde ilk defa önemli ölçekte bir kimlik problemi’nide gündeme getirmiştir.9 Bu probleme çözüm öneren aydınların ve ulemanın görüşleri, genel olarak dört söylemi oluşturmuştur: İslamcılık, Osmancılık, Turancılık, Batıcılık.10
İstiklal Mücadelesi’nin kazanılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Tanzimatçı Aydınlanmacı geleneğin argümanları üzerine bina edilmiştir.11 Mustafa Kemal ve arkadaşları, batı modelinde bir devleti kurtuluş reçetesi olarak benimsemiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih çizgisindeki yönünü, çağdaş ileri devletlerin yönü olarak belirlemiştir. Bu tercih, daha sonra oluşacak olan ‘cemaat dindarlığı’ olgusunun en etkili tarihsel koşullarından biri olacaktır.
Türkiye’deki cemaat dindarlığının oluşumunu belirleyen bir diğer tarihsel koşulda, ‘laiklik’ ilkesinin farklı bir şekilde benimsenmesidir. Laikliğin ilk radikal uygulamaları bazı cemaatlerin yer altına inmesine/itilmesine ve ‘gizli faaliyetler’ sürecinin başlamasına neden olmuştur.12 Bu süreçte, yer altına inen cemaatlerin önderliğini ve hocalığını ise, Osmanlı döneminde ‘legal’ olarak vazife yapan medrese hocaları (müderrisler) tekke ve zaviye şeyhleri üstlenmişlerdir. Bazı cemaatlerin yer altına inmesi olarak betimlenen bu gelişmenin Türkiye dindarlığı üzerindeki belirleyiciliğin yanında bu süreçte ortaya çıkan daha önemli bir fenomen de, İslam’ın şehirden köyü ve taşraya taşınması sonucunda, ‘taşra tipi’ bir Müslümanlığın doğmasıdır.13
Kısaca temas etmeye çalıştığımız koşulların vücut verdiği bir tezahürün kendisini konumlandırdığı platformun ‘sistem’ karşıtlığı olacağı aşikârdır. Bu tarihsel arka plandan hareketle, dinî cemaatlerin oluşumlarının temelde birer ideolojik yapılanma karakteri taşıdığı söylenebilir.
1.2 Türkiye Dindarlığının Kategorizasyonu
 Türkiye dindarlığı mozayiğinde yer alan dindarlık tiplerini14 önce iki ana kategoride, daha sonra da bu kategorileri kendi içlerinde alt birimleri ayırt ederek incelemenin daha aydınlatıcı olacağını düşünüyoruz.
Bu kategorilerden birisi, genellikle ‘tarikat ehli’ olarak nitelenen tasavvufi çevrelerde tezahür eden dindarlık tipolojilerdir. Türklerin Müslüman oldukları tarihten itibaren tasavvuf akımlarından etkilendikleri, hatta bir çok Türk devletinin kurulmasında bu akımların önemli roller oynadığı, genellikle kabul edilir. Yine, feth edilen yeni coğrafyalardaki yerel kültürlerin İslamlaştırılması görevinde sufilerin üstlendikleri, kaynaklarımızda yer almaktadır.15 Geleneğimizde etkili olan en önemli tasavvuf ekolleri, Kâdirilik ve Nakşilikti. Bu iki büyük tasavvuf ekolü farklı temsilcileriyle Anadolu Müslümanlığında her zaman etkili ola gelmiştir. Bu iki sünni ekolün yanı sıra, Bektaşilik olgusunu da zikretmemiz gerekir. Tarih boyu baskı altında tutulmuş ve kapalı kalmış Alevi/Bektaşi Müslümanlık, Cumhuriyet döneminde, içinde bulunduğu bu kapalı hâlden kurtulabilmek amacıyla, rejimin inkılâplarına Sünni Müslümanlardan daha fazla taraftar olmuştur. Şimdilerde kendisini bir kimlik olarak korumanın peşinde olan Alevilik de Türkiye dindarlığı içinde önemli bir yere sahiptir. Hadis edebiyatında yer alan Mehdi ve on iki imam inanışlarının kaynağı Şiadır. Dolayısıyla, Alevilik ilk varoluşsal temellerini bu tür inançların üzerine bina etmiştir.16
Türkiye'deki mevcut dindarlık tipolojilerinin diğer kategorisini, özde tasavvufi unsurda tamamen bağımsız olduğu ileri sürülmese de, kendilerini tarikat olarak isimlendirmeyen oluşumlarda gözlemlemek mümkündür.17 Bu kategoride zikredeceğimiz dindarlık tiplerinin temel özelliği öncekilerden farklı olarak, bütünüyle Cumhiriyer dönemine özgü oluşumlar olmalarıdır; buna bağlı olarak, ortak paydaları, kısmen resmî idelojiye muhalefet18 olarak değerlendirilebilir. Kendilerini siyasi bir zeminde konumlandırarak legal mucadele veren ve bu bügünler 'siyasal islam' diye tanımlanan faaliyetin temsilcileri olan Müslümanların dindanlıkları da bu ketogaride ele alınabilir.
 'Diyanet İşleri Teşkilatı' ve 'İlahiyat Fakülteleri' de Türkiye dindarlığının oluşumunda ve şekillenmesinde oldukça önemli roller oynamakla birlikte;19 bu yazı, yalnızca, sözü edilen iki kategorinin dindarlık tipolojisiyle sınırlı tutulmuştur.
2. Cemaatlerin Oluşmasında Etkili Olan Hadisler
Tarikat mensuplarını, sufi geleneğin çağdaş temsilcileri olarak ele aldığımızda onları, tasavvuf geleneğinde etkili olan 'zühd' hadislerinden etkilendiklerini ve dindarlıklarını büyük ölçüde bu tür rivayetlerden hareketle oluşturduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha ziyade ibadetler ve zikrin faziletleri, ahirette elde edilecek makamlar/dereceler ve dünya hayatında zahidâne bir yaşam sürmeyi öneren rivayetler, bu tür oluşumların hadis temellerini oluşturmaktadır.
Cumhuriyet'in kuruluşunu müteakiben ortaya çıkan 'cemaat' faaliyetleri ise, amelî dindarlıklarında büyük ölçüde tarikat mensubu Müslümanlara benzemekle birlikte, zihniyetleri ve varoluşsal temellerini dayandırdıkları rivayetler açısından farklılık arz ederler. Aşağıda üzerinde durulacağı gibi, bu cemaatler varoluşlarını 'ahir zaman' rivayetleri olarak ifade ettiğimiz apokaliptik rivayetler üzerine kurmuşlardır.
2.1. İdeolojik Referanslı Hadisler
Giriş'te belirtildiği gibi, erken dönemlerde ortaya çıkan iç itilaflar Müslümanları parçalamış ve siyasi tercihler bakımın fırkalara ayırmıştır. Her bir fırka, kendi meşrutiyet ve haklılığını ispatlamak zorunda kalınca, tez-antitez diyalektiği gereği, mevcut parçalanma daha da ileri boyutlara ulaşmış ve fırkalar hakkında yazılan eserleri sayıları ciltleri dolduracak miktarlara ulaşmıştır.20 Müslüman bünyede ortaya çıkan bu ilk parçalanma kuşkusuz, o günkü siyasi gelişmelerin bir sonucudur. Ancak, ilk fırkalar, varlıklarını İslami bir meşruiyetle devam ettirebilmek zorunda oldukları için, kendilerini dinin temel iki referans (Kur'an ve hadis) temellendirmeye çalışmışlardır. Bu zorunluluk, her fırkanın kendi tezini destekleyecek ve muhaliflerini kötüleyecek hadisler uydurmalarına neden olmuştur.21 Hadis literatüründe yer bulan bu rivayetlerin tamamen ideolojik yönlendirmeye matuf oldukları son derece açıktır. Benzer bir mantıkla tedavül bulan bu tür rivayetlerin, günümüz cemaat hareketleri üzerinde de etkili olduklarını görmekteyiz.
2.2 Fırka-i Nâciye Rivayeti
Dikkat ediniz! Sizden önceki Ehl-i Kitap yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır, bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmiş ikisi cehnneme biride cennete gidecektir. O da, cemaattir.22Ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve bunlar arasından sadece birinin kurtuluşa ereceğini haber veren 'fırka-i nâciye'23 hadislerini rivayet eden raviler arasında, mu'âviye ve Amr b.el-Âs'ın da olmasına dikkat edilirse, söz konusu hadislerin neden uydurulmuş olduğu daha iyi anlaşılacaktır.24Hadiste geçen 'cemaat' sözcüğü, ilk devirlerden itiaren farklı şekillerde yorumlanmıştır. Geleceğimizde 'Ehl-i Sünnet' olarak yorumlanan -Ehl-i Sünnetle, çoğu zaman, dört mezhebin mensupları ve/veya hadisçiler kastedilmekle birlikte bu kavrama farklı anlamlar yüklendiğini de biliyoruz- 'cemaat' kavramının daha dar anlamıyla; yani, aynı ülke ve hedef için bir araya gelmiş kimselerin oluşturduğu topluluklar için kullanılmasının daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz.25
Günümüzde 'cemaat' kavramının anlamında gözlemlenen ve daralmanın, artık 'cemaat' olarak nitelenen oluşumların dini meşruiyet arayışlarıyla irtibatlı olduğu gözden kaçmamaktadır. Örneğin, Fetullah Gülen'in 'ahir zaman cemaati' tabiri, hadiste geçen cemaat özcüğünün içeriğinde gerçekleşen dönüşümün boyutlarını izlemek için uygun bir örnektir.26 Gülen, cemaat kavramını o kadar büyük bir önem atfetmektedir ki, ona göre, cemaatin bir üyesi olmak, o insana ölçülemeyecek derecede manevi kazançlar sağlamaktadır.27 Aynı yaklaşım, Nurcu geleneğin banisi Said Nursî'nin eserlerinde de sık sık sergilemektedir.28 Cemaat kavramına getirilen bu yorumun, insanların belli ülkeler etrafında bir araya getirme (cemaat oluşturma) amacına matuf olması, anlaşılabilir bir durumdur. Aynı şekilde, Gülen'in kullandığı 'cemaat veliliği' kavramını da, belirtmeye çalıştığımız mantığa dayanmaktadır. Ona göre, bugün beş-on oluşturduğu bir cemaat, müntesiplerine o kadar manevi mazhariyetler kazandırır ki, bu mazhariyetler, Abdulkâdir Geylânî, Şâh-ı Nakşîbend, Gazâlî gibi büyük velilere dahi nasip olmamıştır.29
Geleneğimizde cemaat kavramının müteradifi haline gelmiş olan Ehl-i Sünnet kavramını tüm söyleminin merkezine yerleştiren Işıkçılar cemaatinin lideri Hüseyin Hilmi Işık ise, mevcut İslami söylemlerin çoğunu sapma olarak değerlendirmektedir. Şu ifadeleri bir ibret levhası olarak zikretmemiz gerekir:
Ehl-i Sünnet âlimlerinin, o büyük ve dindar insanların bildirdikleri itikattan, imandan kıl kadar ayrılanların, kıyamette azaptan kurtulmaları imkânsızdır. (...) Bu büyüklerin kitaplarında bildirdikleri doğru yoldan kıl kadar ayrılanların sözleri ve kitapları zehirdir.30
Cemaat kategorisinde değerlendirdiğimiz, ancak faliyet alanları siyasi olan oluşumlar, bir taraftan 'siyasal İslam'ı öne çıkarılırken diğer taraftan da, ele aldığımız rivayetlerin ideolojik referanslarından hareketlerinden, günümüzde yapılması gereken en önemli cihadın siyaset alanında olduğunu iddia etmektedirler. Bu anlayışları nedeniyle de, siyaset alanında ki faaliyetlerine destek vermeyen Müslümanları eleştirmektedirler. Esad Coşan'ın bir yazısından yapacağımız alıntı, bunu göstermektedir:
Bu sonuçta bazı dini grup liderlerinin basiretten, çağın gerektirdiği performanstan mahrum olması, sosyal ve siyasi meselelerden ilgisiz ve bihaber bulunması önemli rol oynadı. Sorumluluğun çoğu onlarındır; büyük vebal altında kaldılar. Elbette kendilerine göre savunmaları ve mazeretleri vardır. Ama bakalım ind-i İlahide geçerli olcak mı?31
Yine Coşan, siyaset yapmanın gerekliliğini; "Müslümanların ekseriyeti temsil eden bir partiyi kurmaları boyunlarının borcudur. Kurarlarsa kurarlar, kurmazlarsa Allah hesabını sorar."32 şeklinde ifade etmektedir.33 Benzer bir şekilde siyasi faaliyeti ve Milli-Görüş hareketenin neredeyse kutsallaştıran Necmettin Erbakan ise; " En büyük cihad seçimlerde sandık başında sandık müşahidi olmaktır." diyebilmiştir.34
Kur'an kursları açmayı ve din adamı yetiştirmeyi kurtuluşa eren cemaat olmanın şartı olarak gören ve bu istikamette faaliyette bulunan cemaatler de, yaptıkları hem hizmeti ahir zamanda yapılması gereken en önemli hizmet olarak görmüşler, hem de bu hizmeti başlatan önderlerini rivayetlerde haber verilen ' beklenen zat'olarak kabul etmişlerdir. Örneğin, Süleymancılar olarak bilinen cemaatin lideri Süleyman Hilmi Tunahan, silsile-i sâdât'ın son halkası olarak kabul edilmektedir.35
2.3. Müceddid Hadisi
Hz. Peygamber'in vefatından sonra zuhur edecek hâdiselerin nakledildiği bazı rivayetlerde, islam'a sokulacak bid'atlardan bahsedilmektedir.36 Bu hadislerde, her bid'atın sapıklık olduğu ve mutlaka dinden temizlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ayrıca, temizleme işini yapmak üzere, en geç yüzyılda bir yenileyicinin ( muceddid) geleceğinden de haber verilmektedir. Söz konusu hadisler, tarihimizde,'beklenen görevle', 'asrın sahibi' vb. gibi kurtarıcıların beklenmesine neden olmuştur.' müceddid' hadisi de böyle bir beklentiyi ifade etmektedir; meşhur olan rivayetin metni şöyledir:
Allah bu ümmet için her yüzyılın başında, onların dinlerini yenileyecek bir müceddidi mutlaka gönderecektir.37
Her cemaat, kendisi için belirlediği hizmet alanını ve tarzını, ahir zamanda yapılması gereken 'tecdid' hareketi olarak kabul ve ilan etmiştir. Her dinî lider kendi oluşturduğu cemaatin, sahabe cemaatine en çok benzeyeni ve kurtuluşa eren fırka olmaya en layık olanı olduğunu iddia edince, bunun tabii bir sonucu olarak, her bir cemaat üyesinin kendi liderini (hocasını, üstadını, şeyhini) 'müceddid', 'Mehdi', 'velî', 'mürşid-i kâmil' gibi ünvanlarla tavsif etmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Necip Fazıl Kısakürek'in kendi şeyhi/üstadı Abdülhakim Alvasi'den yaptığı şu iktibas bu tesbitimizin tamamen doğrulamaktadır.
Dedi ki; Rasullerin de bir haddi var. Bu had, ancak İlahî zat ve kudretin sınırladığı son çizgi... Onlara Allah dememek şartıyla ne denilse ve hangi büyük izafe edilse yetersizdir. Sahâbîye Nebî dememek ve yalnız nebilere mahsus vasıfları kondurmamak şartıyla ne denilse yetersiz... Velileri de asla sahâbî, hususiyle nebi ve rasul vasıflarına ve mertebesine yükseltmeden bu sınır içinde istenildiği kadar yüceltmek caiz...38
Tasavvuf ve tarikat ehli kimselerin, mürşitlerini, 'kâmil velî' olarak nitelenmeleri çok yaygındır; hatta, yukarıda nakletmiş olduğumuz 'müceddid' hadisindeki dini yenileyecek zatın ancak büyük bir velî, mürşid-i kâmil olacağı söylenmiştir.39 Bu anlamda, kendisine bir şeyh bulamayanın, bir mürşidin irşad halkasında yer alamayan kimsenin, ancak Şeytan'dan ders alacağı ileri sürülmüştür. Tarikat çevrelerinde çok yaygın olan şu söz bunu göstermektedir: "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır."40
'Ahir zaman' rivayetlerine eserlerinde oldukça yer veren Said Nursî, Risâle-î Nûr'un bir çok yerinde müceddid hadisine işaret etmiş ve nurculuk hareketinin söz konusu tecdit ameliyesini gerçekleştirdiğini belirtmiştir. Hatta, Nurculuğun ortaya çıktığı zaman dilimi, inanç bakımından yaşanılan en tehlikeli çağ olması nedeniyle, Risâle-i Nûr’un müceddidliği de en büük tecdid haraketi olarak kabul edilmiştir.41 Said Nursî, Risâle-i Nûr’un ahir zamanda beklenilen tecdid vazifesini gördüğünü şöyle ifade etmektedir.
Bu asırda Cenab- Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nûr'un hakikatine ve şakirtlerin şahs-ı manevîsine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmıştır.42
Said Nursî’nin önemli talebelerinden Şamlı Hafız Tevfik, üstadına yazmış olduğu bir mektupta, üstadının yüz yıl önce yaşamış olan Mevlânâ Halid Ziyâ’uddîn el-Bağdâdî’den sonraki müceddid olduğu yazmıştır.43 Aynı hususla ilgili bizzat Said Nursî şöyle bir açıklama yapmıştır: “Halid Ziyâ’uddîn (k.s) kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarık ile beraber pek garip bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakka yüz binler şükrediyorum.”44 İfadedeki ‘yüz yaş’ vurgusu önemlidir. Çünkü, müceddidin her yüz yılda bir geliyor olmasında atıfta bulunmaktadır.45
2.4. Mehdi Hadisleri
İslam tarihindeki iç çekişmelerde, bir kısım taraflar iktidar olabilmişlerken, bazıları da hep muhalefette kalmışlardır. Muhalifler, başlarına geçen her siyasi iktidarı ehliyetsiz olarak görmüş ve sürekli mükemmel bir zatın (Mehdi) geleceğini tezini söylemlerinin merkezine koyarak, varlığını korumaya çalışmışlardır. ‘Beklenilen zat’ olarak hadisler içersinde yer alacak olan Mehdi inancı/tasavvuru, tarih boyunca hep muhalefetin ve mağlup tarafın söylemine hâkim olmuştur.46 Hadis kaynaklarımızda, Mehdi konusunda birçok rivayet mevcuttur. Bizim amacımız bu rivayetleri incelemek olmadığı için, onların metinlerine ayrı ayrı yer veremeyeceğiz.47
Ehl-i Beytimden ismi ismime uyan bir adam, Arab’a hâkim oluncaya kadar kıyamet kopmaz.48
Said Nursî, cemaati tarafından Mehdi olarak kabul edildiğini bizzat kendisi belirtmektedir:
Aziz sıddık kardeşlerim! Evvela; Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına benden sordu ki: Nurun halis ve ehemmiyetli bir kısım şakirdleri, pek musırrane olarak ahir zamanda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar. Sen de bu kadar musırrane onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kati bir hüccet var, ve sen de bir hikmete ve hakikate binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, her hâlde hallini istiyoruz.
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesailerle cevaben derim ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tabir ve te’vil lazım.
Cemaatin inancını bu şekilde açıklayan Said Nursî, Mehdilik konusuna çok değişik bir yorum getirmiştir; eserlerinden aynen iktibas etmek makalemizin hacmini zorlayacağı için, özetleyerek vermek istiyoruz: Ona göre, Mehdi’nin üç vazifesi vardır.49 Birinci vazifesi, asrın fen ve felsefesinden kaynaklanan dalaleti yok ederek, insanların imanı kurtarmaktır. İkinci vazifesi, Hilafet-i Muhammediye’yi temsilen, âlem-i İslam’ı birleştirmek ve siyasi hâkimiyeti tesis etmektir. Üçüncü vazifesi ise, Kur’an ahkâmını hayata geçirmek ve uygulanmasını sağlamaktadır.50 Said Nursî, üç gruba ayırdığı mezkur görevlerin en önemlisinin birinci kısma giren ‘iman kurtarma’ hizmeti olduğunu ve bunu da kendisinin Risâle-i Nûr vasıtasuyla yaptığını açıkça ifade etmiştir. Buna göre, Said Nursî ve çağdaşları, Mehdiliğin en önemli görevini görmüşler ve geriye kalan iki görevi de kendilerinden sonra gelecek olanlara bırakmışlardır. Risâle-i Nûr’un değişik pasajlarında yer alan Mehdilik konusundaki rivayetlere gerçekten inandıklarını ve hareketlerini bu inanç üzerine bina ettikleri görmek mümkündür.51
Risâle-i Nûr’da işlediği şekliyle Mehdi konusuna bakıldığında, iki önemli noktanın ön plana çıktığı görülmektedir. Birincisi, Mehdi konusuna olgusu rivayetlerde aktarıldığı haliyle, sahih olarak kabul edilmektedir. Hatta onun gelmek üzere olduğu (Nurculara göre, geldiği) belirtilmektedir. İkincisi ise, Mehdi ve yapacağı vazifeler konusunda yapılan yorumlardır. Said Nursî, İslami ilimler geleceğindeki Mehdi’nin bir tek zat olması inancını, “şahs-ı manevi” şeklindeki yorumuyla, kolektif temsil konumuna getirmiştir. Bundan böyle Mehdi tek bir insan değil, cemaatin temsil ettiği tüzel (hükmi) bir kişiliktir. Aynı geleneğin çağdaş temsilcilerinden Fetullah Gülen de Mehdi ile ilgili yorumlarında, Mehdi’nin taşıması gereken vasıflara mübalağalı bir şekilde ifade etmiştir.52
 
Mehdi kavramı, ihtiyaca göre şekillenen ve sınırsız yoruma açık bir kavramdır. Örneğin, hiçbir rivayette yer almayan Mehdi’ye ait özellikler, Said Nursî ve Fetullah Gülen’in yorumlarında yer almıştır. Gülen’in yaptığı yoruma göre, Mehdi, bütün pozitif bilimleri bilen birisi olacaktır; söz konusu bilimlerin hâkim olduğu bu çağda, rivayetlerde ona yüklenilen görevleri yerine getirebilmesi için bu zorunludur. Ortaçağda gelecek bir Mehdi’nin bütün pozitif bilimlere muttali olması gerekmezdi; ama mademki gelmesi modern çağa kalmıştır, o hâlde o da modern bilimlerle donanmış biri olmalıdır. Teknolojinin ve bilimin çok hızlı bir şekilde geliştiği düşünülürse, gelecekte ne tür Mehdi tanımlamaları ve tiplemeleriyle karşılaşacağımızı tahmin etmek güçtür. Hüseyin Hilmi Işık’ın beklediği tarzda bir Mehdi’nin gelmesinin ise ne derece ütopik olduğunu görmemiz bakımından şu ifadesini okumamız yeterlidir.
Mehdi’nin başı hizasında bir bulut olacaktır. Buluttan bir melek: bu Mehdi’dir sözünü dinleyiniz, diyecektir.53
2.5 Deccal ve İsa (a.s) ile ilgili Hadisler
Genelde söylemlerini ‘ahir zaman’ edebiyatı üzerine kuran dinî cemaatler, tabii olarak bu konudaki rivayetleri de bol miktarda kullanmıştır. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ‘Mehdi’ ve ‘Müceddid’ hadislerinde olduğu gibi, Deccal’in çıkması ve Hz. İsa’nın yeryüzüne yeniden inmesi konusundaki rivayetler de cemaatlerin ideolojik zihniyetlerinin oluşmasında birinci derecede rol oynamıştır.
Said Nursî tarafından bir şahıs olarak kabul edilmese de, ilke olarak benimsenen Mehdi’nin görevleri, Deccal’in54 ve İsa’nın55 (a.s) gelmesini zorunlu kılmaktadır; çünkü hadislere göre, bu üç şahsiyet aynı zaman diliminde bir araya gelecekler ve mücadele vereceklerdir.56 Durum böyle olunca, Said Nursî ister fert olarak, isterse cemaat olarak Mehdiliği temsil etmiş olsun, her hâlükârda karşısında bir Deccal'in olduğunu belirlemek zorunda kalmıştır; zira, şayet ortada bir Deccal yoksa, Mehdi’den de söz edilemezdi. Said Nursî’nin, Deccal’in kendi zamanında çıkmış olduğuna inandığını, şu ifadelerlen açıkça anlamak mümkündür:
Bir rivayette Deccal dünyayı zapteder (denilmiş) manası; ekseriyet-i mutlaka ona taratar olur demektir. Şimdi de öyle oldu.57
Said Nursî, Deccal’i de bir şahıs olarak görmekten ziyade, bazen bir sistem –komünizm gibi- bazen de siyasi bir otorite olarak yorumlanmıştır. Bu yorumla, tarihin geri kalan kısmına yayılan Mehdilik görevine karşı, düşman cepheyi oluşturan Deccal de süreklilik kazanmış ve kıyamete kadar devam edecek olan temsilî bir görev/işlev alanına dönüşmüştür.
Birinin zuhur ettiğini iddia etmek, diğerlerini de zorunlu olarak belirlemeyi gerektirdiği için, Nurcu söylem içinde Mehdi-Mesih ve Deccal ve İsa (a.s.)konusundan bahsetmiş; hatta bazı küçük risaleleri bu konuya tahsis etmiştir. Beşinci Şu’a ve neşredilmemiş olan Sırr-ı İnnâ A’teyna risaleleri, tamamen âhir zaman vukuatı ile ilgili rivayetlerin yorumlarına ve ebced58 hesabıyla yapılan tarih tespitlerine ayrılmıştır. Neşredilmiş olan beşinci Şu’a risalesi, konuyla ilgili rivayetlerin güncel olaylara indirgenerek yorumlanmasından oluşmaktadır.59 Onun, Deccal konusundaki yorumlarından çok ilginç olan bir noktayı burada iktibas etmek istiyoruz:
Hem meşhur olmuş ki, İslam Deccal’i öldüğü vakit ona hizmet eden şeytan, İstanbul’da Dikili Taş’ta60 bütün dünyaya bağıracak ve herkes o sesi işetecek ki; “ o öldü” yani pek acip ve şeytanların dahi hayrette bırakan radyo ile bağırılacak, haber verilecek.61
Said Nursînin Hz. İsa’nın (a.s.) nüzûlüne olan inancı o kadar güçlüdür ki, bunu eserlerinin muhtelif yerlerinde ifade eder. Ona göre, Hz. İsa’nın tekrar gelmesi, hem Hıristiyanlığın yeniden aslına, tahrif olmamış hâline dönmesi, hem de yalnız başına çağın dinsizlik cereyanlarına karşı mağlup olan İslam ile Hıristiyanlığı birleştirerek, bâtıla birlikte üstün gelmeleri için gereklidir. Böyle önemli ve büyük bir görev için, Hz. İsa’nın değil semadan yeryüzüne inmek, şayet gerçekten ölmüş ve ahiretten en uzak köşesine gitmiş olsaydı bile, yeniden dünyaya gelmesi gerekirdi.62
Risâle-i Nûr’un içerisine dağılmış olan yorumları bir bütün hâlinde değerlendirdiğimizde, bu yorumların tamamen Said Nursî’nin kendi döneminin siyasi olaylarıyla irtibatlı olduğunu görmekteyiz; bununla birlikte, o, konunun siyasi mahiyeti nedeniyle, şahıs ismi tasrih etmekten kaçınmış, kapalı ve imalı yorumları tercih etmiştir. Söz konusu rivayetlerin sahih olduğu varsayımına dayanan bu yorumlar, Nurculuk hareketi içinde bugün de aynı şekilde varlığını sürdürmektedir. Fetullah Gülen’in, Deccal, İsa’nın (a.s.) nüzûlü ve Mehdi ile ilgili yorumlarını bu çerçevede zikredebiliriz; zira Gülen’in konuyla ilgili yorumları bu nedenle önemlidir. O gerek sözlü beyanlarında, gerekse yazılı açıklamalarında ve eserlerinde, Said Nursî ile aynı görüşleri paylaşır. Bu ikinci dönem Nurcuları için sık sık “ikinci kudsiler” tabirini kullanır. Bununla, Nurcuların ikinci sahabiler oldukları kastedildiği gibi, ikinci dönem hizmetkârları da kastedilmektedir. Kendilerinden ve ‘hizmet erleri’nden sık sık “âhir zaman cemaati”63 olarak bahseden Fetullah Gülen, Said Nursî’nin başlatmış olduğu yorumcu geleneği aynen korumuştur.
Said Nursî’nin üç vazife olarak tefsir ettiği Mehdi’nin görevlerini Gülen,”iman-hayat-Şeriat” olarak açıklar;64 kendisine, bunların ne anlama geldiğinin sorulması üzerine, bunların ahir zamandaki diriliş hareketinin merhaleleri olduğunu söylemektedir.65 Ahir zamanda İstanbul’un da yeniden fethedileceğine inanan Fetullah Gülen, konuda şu ilginç yorumu yapmıştır.
Ahir zamanla ilgili hadislerde, İstanbul’un fethiyle Deccal’in çıkması arasında bir haftalık mesafe olduğu ifade ediliyor. Bu fethi, o zaman İstanbul kimin elinde ise, onlardan geri alma şeklinde anlamalı. Dahilden piyonların elinde ise, bu manen onların elinden halâsı, Bizanslıların elinde ise onlardan. Yoksa top-tüfek ile, Çandarlılarla, Zağanoslarla, Fatihlerle yeniden fetih olacak diye anlamak uygun değildir.66
İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın yeniden mabed haline dönüştürülmesi, F. Gülen’in yorumlarında ikinci fethin şartlarından sayılmıştır.67 Hz. Mesih’in yakın zaman içinde geleceğine/ineceğine dair yorumlar, Nurcuların yürüttüğü hizmet faaliyeti içinde meydana gelecek bir olay olarak görülmüştür. Fasıldan Fasıla isimli eserin “Mesihiyeti Temsil” başlığı altında ifade edilen açıklamalarda. Cemaatin yaptığı hizmetler, Hz İsa’nın nüzûlü olarak değerlendirmektedir.68
3. Cemaatlerin İbadet Kaynağı Olarak Hadisler
Buraya kadar, cemaatlerin zihniyetlerinin oluşumunda hadislerin ne derece etkili olduğuna, örneklerle işaret etmeye çalıştık. Bundan sonra ise, kısaca, cemaatlerin dindarlık pratikleri üzerinde hadislerin ne kadar etkili olduğundan bahsedeceğiz. Hemen belirtelim ki, Türkiye’deki Sünni Müslümanlar, geleneğimizde olduğu gibi, İslami pratik yönüyle ‘fıkıh dindarlığı’na sahiptirler. Amellerini hadislerden hareketle değil, fıkıh kitaplarında nakledilen mezhep imamlarının görüşleri doğrultusunda icra ederler. Hemen her suni Müslümanın evinde Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihâli adlı eseri veya başka bir ilmihâl kitabı bulunur ve temizlik, ibadet ve itikat konularında temel bilgiler buradan öğrenilir. Dolayısıyla, doğrudan doğruya herhangi bir hadis mecmuasına başvurma alışkanlığı gelişmemiştir. Bu durumda, hadislerin tesiri, daha çok şekilsel sünnetlerin tespiti ve güncel yaşamla ilgili alanla sınırlı kalmıştır. Bunun sonucu olarak da, özellikle cemaat çevrelerinde ‘İslami yaşam’ veya diğer bir deyişle ‘Sünnet’i ihya’ etmek; sarık sarmak, cübbe ve şalvar giymek (kadınlar için ise siyah çarşaf giyinmek) şeklinde anlaşılmıştır.
Örneğin, Mahmut Efendi Cemaati veya İsmail Ağa Camii Cemaati olarak bilinen cemaatin en çok önem verdiği hususlar, yukarıda saymış olduğumuz şekilciliğin yerine getirilmesidir. Ülkemizde Aczmendiler olarak tanınan Nurcuların da benzer kılık-kıyafette büründüklerini biliyoruz. Bu kılık kıyafetleri taşımayanların giyim kuşamlarının ise “Düttürü-Züttürü” kıyafetler olduğunu, Aczmendilerin lideri Müslim Gündüz bir televizyon programında bizzat kendisi söylemiştir.69
Cemaatler içinde hadislerle en çok işgal edenlerin İskender Paşa Cemaati olduğu bilinmektedir. Râmûzu’l-Ehâdîs adlı hadis kitabını sürekli okuyan bu cemaatin çıkarmış olduğu İslam mecmuasında yayımlanan “Unutulan Sünnetlerimiz” adlı makaleler, cemaatin hadis ve sünnet’ten nasıl bir İslami yaşamı anladıklarını çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Makalelerde işlenilen konular, vasıtaya binerken, yemek yerken, yatarken, kalkarken, ezan okurken hasta ziyaret edildiğinde, yeni bir elbise giyildiğinde vs. okunacak dualar, sürekli abdestli olmak evvabin namazı kılmak, sakal bırakmak Muharrem ayının fazileti ve orucu gibi hususlardan oluşmaktadır.70 Benzer konulardan oluşan Ahmet Şahin’in Sünnet ışığında Hayat adlı eserini71 ve Ali Rıza Demircan’ın İslam’da Bâtıla Benzemenin Hükmü adlı kitabını da bu şekilci dindarlık çerçevesinde zikretmeliyiz.72
Tamamen şekle yönelik bu Sünnet anlayışıyla ilgili olarak, M. Hayri Kırbaşoğlunu’nun değerlendirmesini aynen aktarmak istiyoruz:
Kaldı ki, Sünnet’e uyma, Sünnet’i ihya etme ideasıyla gündeme getirilenlerin pek çoğunun sünnet olup olmadığı dahi tartışılabilir bir konudur. Mesela namazın sarıkla kılınması, sarığın fazileti, akik veya gümüş yüzük takmak, yemeğe tuzla başlamak, üç aylarda aralıksız oruç tutmak gibi, özellikle bizim toplumumuzda Sünnet olarak bilinen hususların dayandığı hadisler genellikle uydurma ya da son derece zayıf rivayetlerdir.73
4.Sonuç
Makalemizde üzerinde durduğumuz cemaat hareketleri, özellikle, varoluşlarını meşrulaştıran rivayetlerin taşıdığı mesajlar nedeniyle belki de farkında olmadan ’ideolojik’ bir duruşa sahiptirler. Bu duruşu, ana başlıklar hâlinde zikretmiş olduğumuz ‘ahir zaman’ rivayetlerinin sağlandığı son derece açıktır. Cemaat lideri bu rivayetleri sahih kabul ettiklerinden dolayı, varlıklarını ve faaliyetlerini Nebevi ihbarın bir sonucu olarak görmüşlerdir. Çünkü onların inancına göre, Hz. Peygamber mademki ahir zamanda gelecek ümmetini bunları yapmaları konusunda uyarmıştır, o halde yapılan faaliyetler, Hz. Peygamber’in emrinin yerine getirilmesinden ibarettir.
Halk üzerindeki etkinliğini de işte bu mantıktan alan cemaatler, varoluşlarını, tarihte tamamen siyasi nedenlerle ortaya çıkmış olan rivayetlere dayandırdıkları için, kanaatimizce, çağın taleplerine cevap veren bir dindarlığı ortaya koyamamıştır. Çünkü kendilerini sürekli bağımlı hissettikleri rivayetler, yaşadıkları tarihin gerçekleriyle yüzleşmelerine mani olmaktadır. İslam geleneğinde şahit olduğumuz, Müslüman aklın yorum kabiliyetini günümüzde de sürmekte ve ihtiyaç duyulan durumlara uygun şekilde hadislerin yorum ve tevilini yaparak rivayetlerin etkisini devamlı kılmaktadır. Kanaatimizce, cemaatler, Müslümanların tarih dışı kalmalarına neden olan bu rivayetlerin tamamen hayal unsuru olduklarını kabul ederek, kendilerini yeniden yapılandırabilirse, yalnızca sağlıklı bir dindarlığın gelişmesine değil, aynı zamanda, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine, sivil toplum örgütleri olarak olumlu katkıda bulunabilirler. Ancak, asli görevlerini Müslümanları tekrar ‘asr-ı saadet’e götürmek olarak algıladıkları sürece ve bunun yönetimi ağırlıklı olarak ortaya koymadıkça asla yaşadıkları tarihle karşılaşmaları mümkün olmayacaktır. Zira, sözünü ettiğimiz rivayetlerin hayali dünyası, onların gerçek zaman/tarih içine inmelerine izin vermemektedir.
Cemaatlerin, varlık temellerindeki gerçek dışı zihinsel unsurlardan arınarak tarihin gerçeklerine ve çağın gereklerine tekabül eden bir dindarlığı gerçekleştirmeleri, dolayısıyla, tarih-dışı kalmaktan kurtulmaları dileğiyle…1 Dindarlık tanımı için bkz. Ejder okumuş, Gösterişçi Dindarlık, Pınar yayınları, İstanbul 2002, s. 38.    
 2 Hakkı Dursun Yıldız, “Türklerin Müslüman Olmaları”, Büyük İslam Tarihi, Çağ Yayınlar, İstanbul 1992, VI. 17-53
3 Bu konuda geniş bilgi için bkz Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, TTK Yayınları, Ankara 1988, s.80-102.
4 Bu konuda bkz. Ahmet Yaşar Ocak, “Değişen Dünyada İslam’ın Batıya Dönük Yüzü Günümüz Türkiye Müslümanlığına Genel Bir Bakış” , Müslüman İmajı, TDV Yayınları, Kutlu Doğum 6, Ankara 1996, s.132-33.
5 Bu hususta geniş bilgi için bkz. Ali Osman Ateş, Ehl-i Sünnet ve Şi’a’nın Delil olarak Aldıkları Bazı Hadisler, İstanbul 1996, s. 9.
6 Apokaliptik (ahir zamanda meydana gelecek olaylardan haber veren) rivayetlerin hem İslami, hem de diğer dinî kültürlerde nasıl yer aldığını ve ortaya çıktığıyla ilgili geniş bilgi için bkz. Mehmet Paçacı, Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz, Ankara Okulu, Ankara 2000, s. 129-153. ayrıca bkz. Paçacı, Kutsal Kitaplarda Ölüm Ötesi, Ankara Okulu, Ankara 2001 s. 142-156.
7 M. Said Hatiboğlu, Hz. Peygamber’in Vefatından Emevîlerin Sonuna Kadar Siyasî-İçtimâî Hadislerle Hadis Münasebetleri, (basılmamış doçentlik tezi) Müellif tezinde konuyla ilgili şu önemli değerlendirmeyi yapmıştır: “ zaruretler karşısında hâl yolları bulmak pek zor olmadı ve bulundu da; Peygamber’e, cereyan etmiş hadisleri haber verdirmek yolu tutulacaktı. Niçin? Çünkü, felaketleri daha eserleri dahi görülmemişken Peygamber haber vermiş olmalı, bunlara karşı ne tedbir alınacağı, hangi hâl yolunun tutulacağını bildirmiş bulunmalıydı ki, İslam cemaati perişanlıktan kurtulsun, metanetini muhafaza edebilsin” s. 9.
8 “Bir kurtarıcı bekleme, insanın tabiata egemen olmasını ve kendiliğinden çalışmasını engellemişti.” Muhammed el-Behiy, Çağdaş İslam Düşüncesinin Oluşumu ve Batı, çev.: İbrahim Sarmış, Girişim Yayınları, İstanbul 1986, s.273. Benzer bir ifadeyi Masharuddin Sıddıkî şu şekilde ifade etmektedir: "Hz. Mesih ve Mehdin'nin gelmesi gibi inanışlar Hz. Ali, ve Muaviye arasındaki iç savaşların ortaya çıkardığı hususların, Müslümanları bir kurtarıcı beklemeye itmiş olmasından kaynaklanmaktadır." M. Sıddıkî, Kur'an'da Tarih Kavramı, çev.:Süleyman Kalkan, Pınar Yayınları, İstanbul 1982. s. 22.
9 Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Müslüman İmajı, TDV Yayınları, Ankara 1996,s.134-36.
10 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, çev. Fahri Unan, İletişim Yayınları, İstanbul,1998, s.11-23, 25-36. ayrıca bkz. Sadık Albayrak, Türkiye’de Din Kavgası, Araştırma Yayınları, İstanbul, 1991s. 43. Fazlur Rahman, İslamî Yenilenme Makaleler, Ankara Okulu 2000, s. 72.
11 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ejder Okumuş, Türkiyenin Laikleşme Serüveninde Tanzimat, İnsan yayınları, İstanbul 1999, s. 15-21 vd. Geniş bilgi için bkz. Fahreddin Gün, Din-Siyaset ve Laiklik (1948-1954), Beyan Yayınları, İstanbul, tsz., Müellif burada konuyla ilgili şu tespitte bulunmaktadır: “Cumhuriyetin kuruluşunu müteakip gerçekleştirilen devrimlerin, Osmanlı Devletinin son yüz yılı içinde ortaya çıkan ‘kurtuluş’ söylemlerinde dile getirilen bir tarihi arka planın olduğunu söylemeliyiz.” s.19-21. Bkz. Ş. Mardin. Türkiye’de Din ve Siyaset, s. 39. /12 Bu konuda bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Müslüman İmajı, s. 133-34. /13 Ahmet Yaşar Ocak, age., s., 134.
14 Çeşitli dindarlık tipleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ejder Okumuş, Gösterişçi Dindarlık, s. 38-42. /15 Bkz. Fuad Köprülü, age., s. 80-102.
16 Şia’nın Mehdi ve On iki imam konusundaki görüşleri için bkz. “Ehl-i Beyt Hz. Mehdi (a.s.)” Özel Sayısı, İslami Fikir ve Araştırma Dergisi, Yıl 4, S. 15, 1997.
17 Örneğin, bu sınıfta ele alacağımız Nurculuk açısından “bu zaman tarikat zamanı değildir.” Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınları, İstanbul 1976, s. 235.
18 Daha geniş bilgi için bkz. Şerif Mardin, “2000’e Doğru Kültür ve Din”, çev. Gülşat Aygen Tosun, Türkiye Günlüğü (Kış 1990), sayı: 13, s. 5. Bu konuda ayrıca bkz. Mümtaz'er Türköne, "İslamlaşma, Laiklik ve Demokrasi", Türkiye Günlüğü (Kış 1990), sayı: 13, s.36-42.
19 Diyanet teşkilatının önemiyle ilgili bkz. Hasan Hüsrev Hatemi, “Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet İşleri Teşkilatının önemi”, Türkiye Günlüğü (Temmuz-Ağustos 1994), sayı: 29, s. 86-88. Bu konuda ayrıca, İslamiyât dergisinin “Türkiye’de dini Söylemler” özel sayısına da bakılmalıdır. VI (2001), sayı:4.
20 İslami fırkaları ve özelliklerini zikreden el- Milel ve’n-nihal adlı eserler bu ifade ettiğimiz surumu doğurmaktadır. Örneğin bkz. Şehristânî , Muhammed b. Abdulkerîm, El-Milelu ve’n-Nihal, Beyrut 1975. İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed, el-Faslu fi'l-mileli ve'n-nihal, Beyrut 1975 (Şehristanî ile birlikte). Bağdâdî, Abdulkadir b. Tâhir b. Muhammed el-Fark beyne’l-firak, Beyrut 1990.
21 Bu konuda geniş bilgi ve bir örnek üzerinde konunun tahlili için bkz. İ. Hakkı Ünal, ”Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım Veya Hz. Peygamberi Anlamak”, İslami Araştırmalar Dergisi (Hadis-Sünnet Özel Sayı) X (1997), sayı: 1-2-3, s. 42-56.
22 Ebû Dâvûd “Sunne" , 1, (H. No:4597); Tirmizi, “Îmân”, 18,(H. No:2643).
23 Mevlüt Özler, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, Nun Yayınları, İstanbul 1996. s. 16-17. Müellif, bizim yukarıda Câbirî’den nakletmiş olduğumuz, Mutezilinin ve Haricilerin kurtuluşa eren fırkalar olduğunu bildiren hadislerin uydurma olduğunu söylemektedir. Ancak, söz konusu olduklarını dikkate almamıştır. Bu konudaki tamamen Hz. Peygamber’in (a.s.) önceden haber vermesi olarak değerlendiren müellif, peşin olarak rivayetleri bu mantıkla okuduğundan eleştirel bir bakışla hadisleri değerlendirmemiştir.
24 Mu’aviye’nin rivayeti için bkz. Ebu Dâvûd, “Sunne”, 1, H.. No: 4597; Amr b. Âs rivayeti için bkz. Tirmizî, “Îmân”, 18, H. No: 2643. M. Âbid el-Câbirî, ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağına ilişkin rivayetleri de aynı gerekçeyle uydurmuş olduklarını ifade eder ve şöyle der: “Sünnî kaynaklar bu hadisi, fırka-i nâciyenin Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olduğu şeklinde rivayet ederler. Mûtezile ise bu hadisi, İbnu’l-Murtaza’nın nakliye şöyle rivayet eder: ’Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Onların en sakınanı iyisi Mutezile grubudur.’ (Ahmed b. Yahyâ b. el-Murtaza, el-Munye ve’l-beyân, s. 11’den naklen) Öte yandan Harici bir kaynak asnı hadisi Havarici fırka-i nâciye olarak gösterecek bir kipte hadisi nakletmektedir. (Ebu Saîd el-Kalhati, el-Keşf ve'l-beyân, s.107'den naklen) Bkz. Câbirî, Siyasal Akıl, s. 587. Sözünü ettiğimiz ümmetin yetmiş üç fırka oluşuyla ilgili rivayet Yahyâ b. Ma'in'e sorulunca; "O hadisin aslı yoktur" demiştir. Ona, 'Fakat bu hadisi Hammad b. Nu’aym rivayet ediyor denilince şu cevabı vermiştir: O sikadır ama bu rivayetinde karıştırmıştır.' Bkz. Hatib el-Bağdâdî, Tarîhu Bağdéd, Mısır 1931, XIII. 306-307.
25 M. Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla I, der. Ahmed Kurucan, s. 173. “Aynı duygu, aynı düşünce, aynı ideal, aynı gaye ve ülkü etrafında birleşen ve hayatlarını bu birleşme çizgisinde programlayan fertlerden meydana gelmiş topluluğa cemaat denir.”
26 M. Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla I, der. Ahmed Kurucan, s. 88. “Ahir zamanda İslam’a hizmet edecek topluluğun en önemli vasıflarından biri de vaizliktir. Bunlar, cami kürsilerinde veya başka yerlerde vaaz ve nasihatlarla dinin ruhunu aksettireceklerdir. Bu cemaatin ikinci önemli vasfı ise, alışılmış sistemleri ve tabuları parçalamaktadır. Evet, dünyada çığır açan kimseler, hep alışılagelen şeylerin dışında neşet etmişlerdir. Ve şunun bunun prensiplerine de uymamışlardır, uymazlar da, çünkü prensipleri kendileri vaz’ ederler.”  /27 M. Fetullah Gülen, Prizma 2, s. 175. /28 Said Nursî, Lemalar, Ankara 1978, s. 156-7. /29 M. Fetullah Gülen, Prizma 2, s. 175. Bkz. Said Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 217.
30 Hüseyin Hilmi Işık, Tam İlmihâl Saadet-i Ebediye, s. 23. Bu eserle ilgili olarak kitabın giriş kapağında şöyle yazılmıştır: “Ey temiz gençler! Dini ve millî bilgilerinizi, bu latif, benzeri bulunmayan, belki de, ileride de bir benzeri yazılamayacak olan bu kitaptan alınız.” Hüseyin Hilmi Işık age., s. 2.  /31 Esad Coşan, İslam Mecmuası, (Baş yazı), Ocak 1988. /32 Ruşen Çakır, Ayet ve Slogan, Metis Yayınları, İstanbul 1995, s. 54.
33 Esad Coşan’ın tamamen ideolojik kaygılarla dolu olan söylemi için bkz. Yeni Dönemde Yeni Görevler, Seha Yayınları, İstanbul 1993. /34 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ruşen Çakır, age, s. 53 Millî Görüş siyaseti ve Refah Partisi’nin söylemiyle ilgili için bkz. Ahmet Yıldız, “RP-Fp’nin Din Söylemi: Eleştirel Bir Yaklaşım”, İslamiyât IV (2001), sayı: 4, s. 173-192.
35 Bu konuda geniş bir açıklama için bkz. Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrim Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul t.y. s. 255-56. / 36 Bid’at kavramının hadisler ile ifade edilmesi ve bu konuda nakledilen meşhur rivayetin eleştirisi için bkz. İsmail Hakkı Ünal, “Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım”, İslâmî Araştırmalar, s. 47-51./37 Ebû Davûd, “Melâhim”, 1.   /38 Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, s. 324. /39 Bu konuda bkz. Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul 1972, s. 419.   / 40 Eşrefoğlu Rûmî,age. s. 419.     /   41 Müceddid hadisinin sıhhati ve verdiği mesajların metin tenkidi yönünden değerlendirilmesi için bkz. Ahmet Keleş, Hadislerin Kur’an’a Arzı, Ansan Yayınları, İstanbul 1998, s. 216-19. Müceddid hadisinin vermiş olduğu, dolayısıyla sahih sayılabileceği yorumu için bkz. Mustafa Ertürk, “Tecdid Hadisinin Metin Tenkidi Açısından Değerlendirilmesi”, İslâmî Araştırmalar X (1997), sayı: 1-2-3, s. 125-137.  /42 S. Nursî, Kastamanu Lahikası, Tenvir Neşriyat, İstanbul 1990, s. 208.     /43 Said Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, S. 14-16. “Risale-i Nurlar, Nass-ı hadis ile müceddidirer.” denilmektedir. /44 Said Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 96.
45 Ayrıca bkz. Abdulkadir Badıllı, Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları, Envar Neşriyat, İstanbul 1992, s. 196. /46 Mehdi inancının ve beklentinsin İslam Öncesi dinlerde ve inançlarda da mevcut olduğu yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir. ( bu konuda geniş bilgi için bkz. Ekrem Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, Sidre Yayınları, Samsun 1997, s. 9-22, 116-117; Şinasi Gündüz, Miteloji ile İnanç Arasında, Etüt Yayınları, Samsun 1998s. 28.) Mehdi beklentisinin, bir “düşkünler ideolojisi” olduğu ve ne maksatla uydurulduğu konusunda bkz. M. Âbid el-Câbirî, İslam’da Siyasal Akıl, s. 564.
47 Mehdi ile ilgili rivayetler; ‘Kütüb-i Sitte’ içinde, sadece Ebû Dâvûd, Tirmizi ve İbn Mace’nin eserlerinde rivayet edilmiştir. İbn Hanbel’in Müsned’inde de yer almaktadır. Rivayetleri ihtiva ettikleri mesajlar yönüyle üç ana başlıkta toplamak mümkündür: a) Mehdi’nin adından, künyesinden ve mensup olacağı kabilesinden haber veren rivayetlerdir. Bunlar için bkz. Ebû Dâvûd, “Mehdi”, 1; İbn Mâce, “Fiten”, 34; İbn Hanbel, I.84, b) Mehdi’nin geldiği zaman yapacağı icraatlar ve süreceği saltanatın müddetiyle ilgili rivayetlerdir. Bunlar için bkz. Tirmizi, “Fiten”, 53 İbn Mace, “Fiten” 34, İbn Hanbel, III.21, 22, 52, c) Mehdi ile Hz. İsa (a.s.) 411. Mehdi ile ilgili hadislerin yorumu ve eleştiri için bkz. Avni İlhan, Mehdilik, İstanbul 1993. bkz. Ali Osman Ateş, Ehl-i Sünnet ve Şi’a’nın delil olarak aldığı bazı hadisler, İstanbul 1996, s. 47-61 48 Tirmizi, “Fiten” 53. /49 bkz. Said Nursî, Emirdağ Lahikası, Sinan Matbaası, İstanbul 1959, s. 259. /50 Said Nursî, age. s. 259-61 /51 Said Nursî, Sikke-i Tasdîki Gaybî, Envar Neşriyat, y.y. t.y. s. 9-10. /52 Nuriye Akman, Sabah Gazatesi, 31 Ocak 1995, “ Fetullan Hoca Anlatıyor”, 9. Röportaj. Gülen, kendisine; “senin Mehdi olduğunu söyleyenler için ne diyorsun?” diye sorulduğunda, şu cevabı vermiştir: Bana Mehdi diyen ahmaktır. … Bediüzzaman Mehdiliği bir şahs-ı manevi olarak ele almıştır. … Kendime Müslümanların en küçüğü kadar değer vermiyorum. Benim hakkımda böyle düşünen insanlar varsa onlar Mehdiliğin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Mehdi, çağının fünün-ı münsebetesini (pozitif bilimleri) ve dini ilimleri en iyi bilenlerden birisidir. /53 Hüseyin Hilmi Işık, age. s. 60.                                                                                                           54 Deccal: Sözlükte; yalancı, sahtekâr, aldatan, göz boyayan, hakkı bâtılla karıştıran anlamlarına gelmektedir. Daha geniş anlamları için bkz. İbn Mazûr, Lisânu’l-‘arab, “d-c-l” maddesi. Deccal’ı İsa (a.s.) öldürecektir. Deccal konusunda hadis ve tefsir kaynaklarında zikredilen rivayetlerin sened ve metin tenkitleri için bkz. Zeki Sarıtoprak, İslam ve Diğer Dinlere Göre Deccal, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1992. Birçok İslam âlimi, Deccal konusundaki hadislerin sadece ‘kütüb-i Sitte’ de tahriç edilmiş olmalarını (nakledilmelerini) yeterli görerek, onların sahih oldukları hükmüne varmışlardır. Eserlerin müelliflerinin otoriteleri, mezkur rivayetlerin eleştirilmesinin önüne geçmiş ve rivayetlerin günümüze kadar gelmesi sağlanmıştır. Konuyla ilgili rivayetler için bkz. Muslim, “Fiten”, 33; Hâkim, Mustedrek, IV. 492.
55 İsa (a.s.): Meryem’in babasız olarak dünyaya getirdiği Nâsıralı İsa Mesih olarak bilinen ve bugünkü Hırıstiyanlık dininin peygamberi ve İncil olarak isimlendirilen Kutsal Kitab’ın tebliğcisidir. İslam inancına göre de İsa (a.s.) hak peygamberdir. Hristiyanlık inancındakine benzer bir "geri dönüş" inancı İslam Dinini de hadisler vasıtasıyla yer etmiştir. Bu inanç ile ilgili oldukça farklı yaklaşımlar ve yo rumlar yapılmıştır.Geleneksel inanışa göre, Hz Mesih kıyamete yakın yeryüzüne inecek ve Mehdi ile Deccali öldürüp yeryüzünde adaleti hakim kılacaklardır. Bu inancın aktarıldığı pek çok rivayet vardır. Biz burada onları zikretmeyeceğiz. Onların incelenip araştırıldığı kimi kaynaklara atıfta bulunmakla yetineceğiz.Özellikle, İslâmiyât dergisinin; "İsa'nın(a.s).Anısına” başlıklı özel sayısı, bu konuda yeterli bilgileri ihtiva etmektedir. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun; “Hz. İsa’yı (a.s.) Gökten İndirilen Hadislerin Tenkidi” makalesi, hem klasik yaklaşımları, hem de hadis olarak rivayet edilen haberlerin sened ve metin bakımından taşımış oldukları problemleri gösteren oldukça önemli ve yeterli bir çalışmadır. Bu konuda ona müracaat edilmelidir. Bkz. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun; “Hz. İsa’yı (a.s.) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi”, makalesi, hem klasik yaklaşımları, hemde hadis olarak rivayet edilen haberlerin sened ve metin bakımından taşımınş oldukları problemleri gösteren oldukça önemli ve yeterli bir çalışmadır bu konuda ona müracat edilmelidir. Bkz. M. Hayri Kırbaşoğlu,ü "Hz İsa'yı (a.s.) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi", İslâmiyât III (2000), sayı: 4, s. 174-168. 56 Ahir zaman şahısların aynı zaman diliminde çıkmalarının zorunluluğu ile ilgili bkz. İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XIV. 67.                                                                                   57 Said Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 77.  /58 Ebced hesabıyla ilgili geniş bilgi için bkz. Mustafa Uzun, “Ebced” maddesi, DİA, X 68-70.           /59 Said Nursî, Şualar, s. 470 vd.
60 Rivayetlerde sıkça rastlanan ‘Şam’ ve ‘beyaz minare’ sembolleri, payitahtın İstanbul’a taşınmasıyla birlikte, yorumlarda ve rivayetlerde değişikliğe neden olmuş ve İstanbul’daki meşhur olan yerler zikredilmeye başlamıştır. Bu durumda bize, tarihsel koşulların rivayetler ve yorumları üzerine de ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. /61 Said Nursî, Şualar, s. 475. /62 Said Nursî, Mektubât , s. 53-54. Ayrıca Deccal ile ilgili yorumlar için de bu kaynağa bakılabilir. /63 Said Nursî’nin kendi talebelerini, diğer Müslümanlardan ve cemaatlerin müntesiplerinden ayrıcalıklı görüp, hatta onlara Mekke de bulunan bir Kutb-u Âzam’dan bile itiraz gelse ona aldırmamaları gerektiğini söylendiğini gibi, M. Fetullah Gülen’de kendi öğrencileri (ahir zaman kudsileri) için şu ayrıcalığı zikretmektedir: “Ahir zaman cemaati, hizmet prensiplerini kendileri belirlerler.” Bu konuda bkz. M. Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla I, s. 88. /64 M. Fetullah Gülen, Fasıldan fasıla I, s. 209    65 M. Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla I. s. 209.   66 M. Fetullah Gülen, age. I. 264. Ayrıca bkz. Gülen, Fasıldan Fasıla II. s. 4. İstanbul’un fethini müteakip Hz. İsa’nın (a.s.) inmesiyle ilgili rivayetin eleştirisinde M. Hayri Kırbaşoğlu’nun şu açıklamasını burada zikretmek yerinde olacaktır: “Hz. İsa, İstanbul’un Fethinden hemen sonra inecek idiyse, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra hemen niye inmemiştir? Yok eğer hadislerde kastedilen fetih bu değil de, Arap dünyasının bazı âlimlerinin(!) iddia ettikleri gibi kıyamete yakın gerçekleşecek başka bir fetih ise, o zaman da İstanbul’umuzun başına gelecekler var demektir.” Kırbaşoğlu, “Hz. İsa’yı (a.s.) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi”,s. 159.
67 Bu konuda bkz. Gülen, Fasıldan Fasıla I, 329. /68 M. Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla I. 329.
69 Bu konuda ayrıca bkz. Hulki Cevizoğlu, Nurculuk Dünü Bugünü, Beyaz Yayınları, İstanbul1999, s. 384-5. /70 Bkz. Hasan Hüseyin Ceylan, “Unutulmaz Sünnetlerimiz”, İslam Mecmuası, 2. ve 23. sayılar, Kasım 1983-Ağustos. 1985.
71 Ahmet Şahin, Sünnet Işığında Hayat, İstanbul 1991.
72 Ali Rıza Demircan, İslam’da Batıla Benzemenin Hükmü, İstanbul 1991.
73 M. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Fecr Yayınları, Ankara 1993, s. 48-9.                 İslâmiyât Dergisi, V (2002), Sayı: 4
 
  Bugün 1 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol