HADİS DERSLERİ
  Prof.Dr.Yasin Aktay "SÖMÜRGECİLİĞİN KEŞİF YOLU" ORYANTALİZMİN KLASİK SOSYOLOJİYE ETKİLERİ
 
"SÖMÜRGECİLİĞİN KEŞİF YOLU" ORYANTALİZMİN KLASİK SOSYOLOJİYE ETKİLERİ
05/02/2010 - 17:07
Prof.Dr.Yasin Aktay
 
 
 
İnsanlığın kadim zamanlardan bu yana bilgi ile ilişkisi hep bir iktidarın hedeflenmesiyle başlamıştır. Bunu bizlere ilk açık eden Bacon’dan bunu öğrendiğimizde, artık batıda üretilecek her bilginin menşeinde bu hevesin de peşinden geleceğini de açıkça anlıyorduk. Derken, Foucault da bize “tanımak hükmetmektir.” İfadesi ile formülize edilen bir vecize armağan etti.

Endüstriyel anlamda batının eriştiği zirve, doymak bilmeyen bu iktidar heveslisi bir bilimsel çabanın çılgınlığında mümkün oldu.

Batı da üretilen bilginin diğer coğrafyalara nüfuz etme anlamındaki katkısı teknolojikti. Batı, bir yandan kendi coğrafyasında bunu üretmeye çabalarken, Bacon önderliğindeki bu arayış zihniyeti en karşı konulmaz sonuçlarını üretiyordu doğu karşısında. Ancak oyunun hamlelerinden eksik kalanı doğu’ya kültürel, siyasi ve giderek ekonomik anlamda nüfuz etmenin hangi bilgi üretimiyle gerçekleşeceği idi. İşte tam da bu noktada batının doğu üzerindeki hegemonyasını zirveye taşıyan bir çaba olarak oryantalist çalışmaları hatırlamak gerekiyor.

Batının 18. Yüzyıldan bu yana doğuyu tanımlama çabalarının arkasındaki bu gizli yayılmacı heves, doğuyu tanıma faaliyetlerini daha çok Foucault’un deşifre ettiği şekliyle “ tanımlama ve hükmetme” formülasyonu çerçevesinde gerçekleştirmeye çabalamıştır.

Bu arzuyla yürütülen çalışmaların olağanüstü gayretlerle başarılı sonuçları; doğunun gerçeklerine uydurulmuş akademik çalışmalar; bilimin, siyasetin, ekonominin ve kolonyal yönetimlerin hizmetine sunulmuştur. Bu çalışmalarla sunulan doğu tablosunda, doğunun; dini, dili, antropolojik özellikleri, ve tarihi hakkında değişik nazariyeler ortaya atılmış ve yepyeni düşüncelerin üretimi, takdimi yapılan bu tabloyla sunulmuştur.

Oysa biz, Said’den takdimin sakıncalarını okurken: “Oryantalizm, aslında dış dünyaya daha çok değer vermektedir. Doğubilimci doğudan söz açarken onun sırlarını batıya yarar bir biçimde ele almakta ve batı için konuşturmaktadır. Söylediklerinin içinde doğu hiçbir zaman ön plana geçememektedir. Hiçbir zaman ilk sebep olarak görülmez. Bütün anlattıkları, bütün yazdıkları, sanki anlatılmak ve yazılmak için düşünülmüş gibidir. Yazar daima doğunun dışındadır. Hem maddesi hem de manası ile anlattığı, yazdığı dünyanın adamı değildir. Bu “dışarıda oluşun” başlıca üretimi tabiatıyla bir takdimdir. Söz konusu bu takdim şekillerinin ise doğunun tabii görüntüsü ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Eğer doğu kendi kendisini takdim etseydi herhalde sonuç çok daha farklı olurdu. Ama yapamamaktadır. Böylece takdim, batının lehine doğunun aleyhine işlemektedir.” Gibi ifadelerle karşılaşıyoruz. Aynı gerçeği Marks; “kendilerini takdim etmiyorlar, takdim edilmek zorundalar” ifadeleriyle özetliyor.

Belli bir kültürün içinde yoğrulmuş olması en belirgin özelliği olan batı patentli her oryantalist faaliyet, doğu ile ilgili her tür araştırma , yorumlama ve okuma çabalarına bunun etkisiyle bakacaktır. Dolayısıyla burada salt objektivist bir çaba beklentisi imkansızdır. Edward Said buna işaretle; Amerikan sosyal bilim ve epistemolojisinden örnekler vererek uylaşımsal olan bir görüşün, yani; olgularla değerler arasında iddia edilen ayrılığın bilimde tarafsızlığa yol açtığı görüşüne eleştiriler yapar.

Buna göre söylemlerin ve değerlerin, bilgi ve bilgi örüntülerinin fiili olarak incelenen olgular üzerinde belirli inşalar yapmaktaki rolleri ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden oryantalist bakış açıları son tahlilde doğu karşısında nesnel bir mesafe iddiası takınarak, onu tanımlayarak ve bu yolla aslında onu üretip inşa ederek ortaya çıkarlar. Oryantalist bakış, “tanımlayan- tanımlanan” arasındaki “etken-edilgen” eşitsizliği temelinde gelişir. Sonuçta, Edward Said’in deyimiyle “doğulaştırılmış bir doğu”nun, ona eşlik eden tüm değerler ve klişe tiplemelerle beraber inşa edilmesiyle hayali bir dünya olarak ortaya çıkartıldığını görürüz.

Dolayısıyla, Oryantalizm penceresinden görülen doğu, aslında batı bilimiyle getirilen, batı bilincinde oluşan ve daha sonra batının hegemonyasıyla ortaya çıkarılan bir seri kuvvet elemanlarıyla çerçevelenmiş bir takdim sistemi olmaktadır. Kısacası oryantalizm, ham maddesi; doğu uygarlığı, halkı ve toprağı olan bir yorum mektebidir.

Bu yorum mektebinden ilk devşirilen yorumların sosyolojik nüveleri özetle şunlardır:

Batının aydınlanma düşüncesi geleneğinden devralarak modern bilimlere aktardığı ilerlemeci, akılcı yani rasyonel toplum düşüncesinin Comte ve Simon üzerinden sosyolojiye aktarımıyla, oryantalizmin hayali üretimi olan doğunun durağanlığına, despotizmine, duygusallığına ve mistikliğine karşın; batının ilerlemeci, akılcı ve girişimciliğine yapılan vurgular, klasik sosyolojinin şekillenmesinde önemli roller ve etkiler oluşturmuştur.

Kısacası klasik sosyolojinin oryantalizmle buna benzer derin bağları fazlasıyla mevcuttur.

Bu bağları detaylarıyla izah etmeden önce bu bağları zorunlu kılan; oryantalizmin batının yayılmacı çıkarlarıyla ilişkilerine daha yakından bakmanın faydaları vardır. Böylelikle klasik sosyolojinin, Cemil Meriç’in deyimiyle “sömürgeciliğin keşif kolu” ile münasebetleri de daha açık bir biçimde ortaya konulabilir.


ORYANTALİZM VE SÖMÜRGECİLİK İLİŞKİSİ

Oryantalizmin sömürgecilikle ilişkilerinin kökü, tarihin belki de tespit edilemeyecek bir noktasında doğunun batı tarafından örgütlenmesini başlatan zamana değin götürülebilir.

Büyük bir ticari ve zırai potansiyeli barındıran bu bölgenin iktisadi ve stratejik kaygılarla hakimiyet altına alınması ve örgütlenmesi kültürel planda uygarlaştırma sorununun ortaya çıkışıyla eş zamanlıdır.

Başlıca düşüncesi doğu ile batıyı; Avrupa ile Asya’yı; Yunanistan ile İran’ı uzlaştırmak olan ve bu topluluğu yönetmek olan İskender’den beri doğu, uygarlaştırılacak, örgütlenecek bir bölgedir. Bu uygarlaştırma ve örgütleme stratejilerinin sömürgecilik düşüncesiyle yakın ilgisi emperyalizm kavramını gündeme getirirken, bu faaliyetlerin ilk başladığı zamandan bu yana doğu, batı için hep bir sorun oluşturmuştur. Engels bundan “Ezeli doğu sorunu” diye söz eder.

Doğulu, emperyalistlere karşı silaha sarılınca doğu, bir sorun olmakta; tarihi ve kültürel kimliğini muhafaza etmek ve yaşamak istedikçe de uygarlık, bir sorun oluşturmaktadır.

Toplumların örgütlenmesi ve fiziki dünyaya hakimiyetle paralel ilerleyen uygarlık sorunu, bir açıdan da doğululara toplum olarak bir “sosyolojik form”; bu toplumların tarihi seyri içinse bir “tarihi form” giydirmek gibi işlevleri de görüyor.

İşte tam da burada sosyolojinin oryantalizmle münasebetinde kendisinden beklenen(!) performansı ortaya koymaya çalıştığı görülür.

Bazı şeyler, bazı açıklama tipleri, bazı eserler oryantalist için çok doğrudur. Çalışmalarını ve araştırmalarını onların üzerinde inşa etmiştir. Onlar da buna karşılık yeni yazarlar ve yeni bilginler üzerinde kuvvetli etkiler uyandırırlar. Dolayısıyla oryantalizmi, zorunluluklar, belirgin bakış açıları ve doğu konusunda ideolojik taraf tutma kararları ile saptanmış bir görüş ve yazılar bütünü olarak düşünmek mümkündür.

Kısaca, doğu öğretilmekte, üzerinde araştırmalar yapılmakta; bu sistem içinde doğu, yönetilmekte ve doğu konusunda sınırları çok belirli konuşmalar yapılmaktadır.

Doğu üzerinde yapılan tüm araştırma birikimi sonuç olarak doğu hakkında düzenlenmiş kalın bir doktrin tabakasını meydana getirir. Doğunun karakteri, doğu despotizmi, doğu mistisizmi, doğu duygusallığı ve buna benzer başka belirlenimlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulan bu kalın doktrin, sayısız Avrupalı araştırmacı ve daha çok sosyologlar eliyle meydana getirilmiştir.

Kültürel bir araç olarak oryantalizm, bir saldırı, hareket, yargı, bilme isteği ve bilginin kendisidir. Sayısı belirsiz oryantalistler, doğunun batı için var olduğuna inanmaktadır. Doğu hakkında yazılanların cümlesi batının gücünü sergiler. Çalışmalara yön veren konularına karşı ki, bu konu doğudur, her zaman küçümseyici bir tavır eşlik eder yazılanlarda.

Oryantalistik açıklamalar, öteki üzerinde yürütülen bir standartlar geliştirme ve tanımlama çabalarıdır aynı zamanda. Öteki üzerinde önyargıların ve tasarımların çıkmasını sağlamak oryantalizme, bilim adamları üzerinde çoğu zaman onların da fark edemeyecekleri bir tür örtülü otoriteyi sağlamak gibi bir güç kazandırıyor. Bundan dolayıdır ki doğu hakkında üretilen her yorum sanki ortak bir ağızdan çıkmış gibidir. Taraflı tarafsız her araştırmacı ister istemez bu güce boyun eğdiğinin işaretlerini ele verir yorumlarında.

Klasik sosyolojide isim yapmış, bu bilimin oluşmasında öncü rolü üstlenmiş sosyologlar, doğu ile ilgili kuramlarında bu gizli ve etkili otoritenin etkilerini oldukça hissettirmişlerdir.

Genel olarak doğuyu ve doğuluların hareket şekillerini inceleme iddiası taşıyan oryantalist argümanlar, doğuya ve doğululara bir mantık düzeni yakıştırıyor, ırki ve ırsi özelliklerini antropolojik araştırmalara konu olarak seçip, onları belirli bir atmosfer içinde indirgeyerek okurlarına sunuyor. Bu noktada yapılan genellemeler Avrupalılara doğuluları istedikleri gibi ve onları belirli kalıplara hapsolmuş bir biçimde görme/gösterme imkanı sunuyordu.

Kısacası oryantalizm, gerçeklerin siyasi bir görüntüsü olmaktan öteye geçememekle ve yapısı gereği hayali bir üretimle ortaya çıkan doğu-batı arasındaki farkı doğrulamak işlevi görmektedir.

Bu görüş, bir anlamda yoktan var edilmiş fakat daha sonra her iki dünya üzerinde varsayılan hayallerin gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte iki dünya arasındaki ilişkilerde bir cins özgürlük her devirde batının ayrıcalığı sayılmıştır. Zira, batının diğerinden daha üstün bir kültüre sahip olduğu durmaksızın tekrarlanmıştır. Denilebilir ki oryantalizm, batının kuvvetini duyurmak ve doğunun zayıflığını vurgulamak işlevini gören bir bilimdir. İktidar sahiplerinin kaderi olan “yönettikleri dünya için konuşmak zorunluluğunun” sözcüsü gibidir oryantalizm.

Genel olarak oryantalist mantık tipolojilerini indirgemeci bir mantıkla sunar. Model olarak kendi insanını merkeze koyarak konuşur. Bu tarz varsayımlarını doğu, doğulu gibi hayali gerçeklikler kurarak yapar. İlkel, az gelişmiş, gelişmekte olan, üçüncü dünya ülkeleri gibi kategorik ayrımların inşa edilmesi de bu tarz bir anlayışın sonucudur. Gelişme, kalkınma ve değişme gibi göreli kavramlar tam bir kesinlikle batılılar lehine ve doğulular aleyhine ortaya konulur.

Oryantalist bir varsayımın sosyolojide yaygın bir kullanışlıkla ortaya çıkmış ilk hallerini özellikle doğu toplumlarının tarihini anlamak için ortaya konan çalışmalarda görürüz. Örneğin: “Doğu toplumlarının tarihi; evrilmeyen, durağan ve statiktir.” Şeklindeki belirlenimlerde bu açıkça ve çoğu zaman ilan edilir. Bu anlayışın temeli batılı hıristiyan kültürün dinamik, evrimsel ve rasyonel özellikleriyle; doğulu toplumları ve İslamlaştırılmış toplumların dini anlayışları ve yaşama biçimlerinin statikliği üzerine karşılaştırmalı mantıkla atılır.

Oryantalist çalışmalar, İslam ve doğu toplumları üzerinde ama özellikle İslam hakkındaki çalışmalarında islamın durağanlık halini açıklamada bazı sebepler ve gerekçeler sunarlar. Bunlar; genel olarak, doğu toplumlarında özel mülkiyetin yokluğu, genel bir kölelik halinin varlığı ve despotik yöneticilerin tavırlarıyla ilgilidir. Bu üç özellik, tek adam yönetmelerinin doğu toplumlarında yaygınlığını ifade etmek ve kaderci, çilekeş, mistik ve tevekküle dayalı ruh halinin doğulularda içkin olduğunu göstermek için vurgulanır. Bu olumsuzlanan tablo içinde doğu toplumlarının gelişmesi, huzur ve imkanlara kavuşarak uygarlaşması imkansızdır. Oryantalizmin buna yönelik yapısal analizleri hep bu sonuca ulaşmak içindir.

Oryantalizmin çıkarımlarından bir başkası da onun doğu- İslam toplumunun psikolojik özelliklerini ihtiva eder. Bu çıkarım; söz konusu toplumlar üzerinde gerçekleştirilmesi düşünülen projelere imkanlılık-imkansızlık anlamında rehber özelliği taşır. Örneğin; bireysel, özgürlükçü ve girişimci ruha sahip bir toplumun inşasını doğulu bireyler için kaçınılmaz özellikler olan; boyun eğme, kadercilik ve tevekkülcülük engeller. Oryantalizme göre doğulu bireylerin bu özelliklerinin kaynağında despotik iradelerin yaygınlığı vardır ve bu iradeler varlıklarını bu bireylerdeki özelliklerine borçlular.

Oryantalizmin bu çıkarımları dinlerin mukayesesi söz konusu edildiğinde ortaya daha ilginç sonuçlar çıkartıyor, işte bunlardan birisi daha: “Hıristiyanlığın tersine, İslam inancı adaletsiz bir yönetime karşı koyma hakkını sağlayacak yeterli bir hukuksal doktrin imkanına sahip değildir. Bu yüzden de İslam dünyasında girişimci sınıfların gelişmesi imkansızdır.

İslamiyet ve doğu üzerinde çalışan oryantalizm, temelde idealist ve özcü olan belirli bir epistemolojinin temeli üzerine kuruludur. Çıkarımlarının genel karakteri de idealist ve özcü bir özellik taşır. Yani, ilerleme, gelişme gibi düzeyleri gerçekleştirmek konusunda kendi özünden kaynaklanan eksiklikleri -ki hıristiyanlık hesabına bunlar hep artı olarak düşünülür- nedeniyle doğu toplumları ve özelde İslamiyet, batı tarihi çizgisindeki bir akılcılığa, demokratik ve sanayileşmiş bir topluma doğru gidememektedir.

İslam ile ilgili özel çalışmalarında oryantalizmin çıkarımlarından bir başkası da İslam dininin rasyonalist bir dinamiğinin olmadığını söylemesidir. Bu mantık apogolist eğilimlere sahip düşüncelerin, tersini söyleyecekleri bir itiraz zemini doğurmuştur.

Başka bir analiz örneğinde oryantalizmin açıklaması islamın kendisini temeli itibarı ile evrensel rasyonalizm, disiplin ve çilecilik düşüncelerine bağlı olan dinsel ortodoksi ve tek biçimliliğin bir –büyük anlatısı- olarak görür.

Oryantalizm; doğu toplumlarının; siyaset, ekonomi ve kültür alanlarındaki eksikliklerini sivil toplumun olmayışı problemine yerleştirmiştir. En basit anlamıyla bu düşünce doğuyu, devletin çok baskın olduğu ve toplumun belirginleşemediği bir alan olarak algılar bu varsayım.
 
 
  Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol